KAPADOKYA'NIN EN YÜKSEK NOKTASI
Uçhisar’ın tarihini de jeolojisi gibi Kapadokya’nın tarihinden ayırmak mümkün değildir. Jeolojide olduğu gibi Kapadokya’nın tarihinde de Uçhisar’ın özel ve önemli bir yeri vardır. Eski Çağ Anadolusu’ndaki birkaç önemli bölgeden biri olan Kapadokya Anadolu Yarımadası’nın ortasında, bugün yaklaşık olarak, Kırşehir, Nevşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Malatya illerinin tümünü, Ankara’nın doğu, Yozgat ve Sivas’ın güney ve Adana’nın da kuzey bölümlerini kapsamaktaydı.
Etnik bir anlam taşımayan Kapadokya adına ilk kez M.Ö. VI.
yüzyılın sonlarında, Pers Kralı I. Dareios’un (M.Ö. 522-486) Behistun
Kayalıkları’na kazılan ve imparatorluğuna bağlı ülkelerin sıralandığı yazıtında
“Kapatakal” biçiminde rastlanır. Bu sözcüğün Persçe’de “Tukha” ya da “Dukha
Ülkesi” ya da “Güzel Atlar Ülkesi” anlamına geldiği sanılmaktadır. Büyük
Kapadokya (Megale Kapadokya) Bölgesi, batıda Tuz Gölü’ne, kuzeyde Kızılırmak
yayının güneyini içine alarak doğuda Fırat’a, güneyde Toroslar’a dayanan
sınırlarıyla İç Anadolu’nun büyük bir bölümünü kaplar. M.Ö. 18. – M.S. 7.
yüzyıllar arasında hüküm süren Hitit Uygarlığı Kapadokya yöresini derinden
etkilemiş bir uygarlıktır. Bölgede görülen güzelliklerin kökleri Hititler’e
kadar uzanır.
M.Ö. IV. Yüzyılın ortalarından sonra yaklaşık olarak 130.000
metrekarelik bir alana yayılan bölge, Anadolu Yarımadası’ndan çeşitli yönlere
doğru giden belli başlı ticari ve askeri yolların üstünde yer alır. Sardis’ten
Sousa’ya kadar uzanan Pers Kral Yolu da bu bölgeden geçmekteydi. Batı
Anadolu’dan gelip Konya (İkonion), Garsaura (Aksaray), Mazaka (Kayseri), Komana
(Şar) ve Melitene’den (Malatya) Fırat’a varan bu ünlü ulaşım sistemi daha sonra
Toroslar’ı aşarak Mezopotamya’ya doğru iniyordu. M.Ö. IV- I. yüzyıllar arasında
Kapadokya, başkenti bugünkü Kayseri (Mazaka ya da Kaeseria) olan bir krallık
biçimini almıştır. M.S. 17’de ise Kappadokia, Roma İmparatorluğu’nun
egemenliğinde bir eyalet olmuştur. Bizans Dönemi’nde ise Hıristiyan rahipler ve
keşişler bu eski oyukları genişleterek inziva hücreleri, kiliseler, manastırlar
yapmışlardır. Dini amaçlı yapıların dışında yerleşim merkezleri de yine bu
dönemlerde oluşturulmuştur. Bu kayalara oyulmuş köylerin en güzel örneği de
Uçhisar Kalesi ve çevresidir. Birbirine bağlantılı olan bu yapılar o dönemlerde
daha çok sığınma ve savunma amaçlı kullanılmıştır.
11. yüzyılda büyük yığınlar halinde Anadolu’ya geçen Türkler
genellikle eski yerleşimlere yerleşmeyi tercih ettikleri için Kapadokya Bölgesi
de onlar için önemli merkez olmuştur. Özellikle Uçhisar, Selçuklu, Beylikler ve
Osmanlı Dönemi’nde konumu itibarıyla korunma ve savunma merkezi olarak
kullanılmıştır. Bu dönemde bir “Uç Beyliği” konumundaki Uçhisar’da yoğun bir
nüfus yaşamaktaydı. Aynı dönemde Kayseri Beyi’nin kardeşinin de Uçhisar Beyi
olduğu bilinmektedir. Osmanlı Beyliği’nin II. Beyazıt ile birlikte 1398 yılında
bölgeye hakim olmasından sonra Uçhisar’ın II. Beyazıt’a teslim olduğu
bilinmektedir. 1530 yılında yapılan ilk nüfus sayımında Uçhisar’da yaklaşık
3000 kişinin yaşadığı tespit edilmiştir. 1960’lı yıllara kadar içinde ve
etrafında yaşanmıştır.
16. yy. da Uçhisar, şimdiki il merkezi Nevşehir ve ilçe merkezi Gülşehir’in de aralarında olduğu 34 köy ve 19 mezranın bağlı olduğu nahiye merkeziydi. 17. ve 18. yy. da Osmanlı Sadrazamı Damat İbrahim Paşa Uçhisar’a bağlı Muşkara’ya yatırımlar yapıp, mamur hale getirdi ve adını da Nevşehir olarak değiştirdi. Günümüzde de Uçhisar Nevşehir’in ve Kapadokya Bölgesi’nin en gözde beldelerinden biridir.